Aids ve Kanserler
AİDS'in seyri sırasında bazı kanserler dikkati çekecek kadar sık olarak görülmektedir. Bunlar, Kaposi sarkomu, lenfomalar, dil, rektum ve anüs kanserleridir.
Kaposi Sarkomu Nedir
Kaposi sarkomu ilk defa 1872'de Dr. Kaposi tarafından tarif edildiği için, onun adıyla anılan nadir bir tümördür. En çok el ve ayaklara yakın yerlerde, mor, ya da kahverengi-kırmızı renklerde kabarık deri lezyonları şeklinde görülen bu kanser türü Batı dünyasında nadirdir. Daha çok, ileri yaşlardaki Akdenizli ve Doğu Avrupalı insanlarda görülür. Buna karşılık, Kongo'da çok sıktır ve oradaki kanserlerin yüzde 11'ini oluşturur. Fakat, 1979'dan itibaren ABD'de, homoseksüel erkeklerde Kaposi sarkomunun sık görüldüğü tespit edildi. Bunların ortak noktaları, hepsinin AlDS'li oluşlarıydı. Zamanla, Kaposi sarkomunun AlDS'li hastaların üçte birinde bulunduğu anlaşıldı.
Hastalığın en çok görülen şekli deridedir. Daha çok, bacaklarda, kollarda olur ve yıllarca süren bir gidiş gösterir. Fakat, AlDS'li hastalardaki Kaposi sarkomunun hızlı seyrettiği; deriden başka yerlere yayıldığı (lenf bezlerine, akciğerlere, kemiklere ve bağırsaklara) ve böyle hastaların yüzde 40'ının bir yılda kaybedildiği tespit edilmiş bulunmaktadır.
AİDS ve Kaposi sarkomlu kişilerde rastlanılan bir genetik özellik vardır: Bunlarda, doku gruplarından HLA-DR-5 yüksek oranda bulunmuştur. Bu, irsi bir etkiyi düşündürmektedir. Sarkomu yapan asıl etkenin, AlDS'lilerde sık görüldüğünü yukarıda söylediğimiz Cytomegalovirüsü olduğu hakkında kanaatler gittikçe kuvvetlenmektedir.
Kaposi sarkomunun tedavisi ilaç ve radyoterapiyle (ışın) yapılmaktadır. Küçük alanlardaki hastalık ışınla; yaygın hastalık ise kanser Maçlarıyla (kemoterapi) tedavi edilir. Bu ilaçlar arasında en etkilileri Etoposide (VP-16) ve vinblastin'dir. Ayrıca, vücudun bağışıklığını artırmaya yönelik ilaçlardan interferon da, yüksek dozlarda Kaposi sarkomuna tesir etmektedir. Yine aynı maksatla retinoidler(13-cis retinoik asid) ve isoprinosine isimli maddeler de denenmektedir.
Lenfoma Nedir, Lenfoma belirtileri, Lenfoma Tedavisi
Lenfomalar, lenf bezlerinin tümörleridir. AlDS'li hastaların yüzde 5-15 kadarında lenfomalar da görülmektedir. Bunlar, Hodgkin lenfoması ve Hodgkin olmayan lenfomalar diye iki gruba ayrılırlar ve AlDS'lilerde daha çok Hodgkin olmayan lenfomalar görülür. Hodgkin olmayan lenfomaların iki tipi AlDS'de özellikle görülmektedir:
a. Burkitt lenfoması.
b. Lenfoblastik lenfoma.
Burkitt lenfoması, muhtemelen Epstein-Barr virüsünden olmaktadır. Bu virüs, merkezi Afrika'da pek sıktır ve aynı bölgede Burkitt lenfoması da çok görülmektedir. Bu virüsün AlDS'lilerde de enfeksiyon yaptığını yukarıda görmüştük. Burkitt lenfoması, yüz ve çenede (Afrika tipi) şişlikler yaptığı gibi, karında kitleler de (Amerikan tipi) oluşturabilmektedir.
Lenfomaların tedavisine, erken devrelerde radyoterapi, ilerlemiş devrelerde ilâç tedavisi (kemoterapi) kullanılır. Bazen her iki tedavi şeklinin birlikte kullanılması da gerekebilir.
Diğer Kanserler
AlDS'li hastalarda görülen diğer kanserler arasında ağız, anüs (makat) ve rektum kanserleri sayılabilir. Bunlar cinsel faaliyetler sırasında zedelenen dokulardır ve bu hastalardaki enfeksiyonlarda görülen herpes virüslerinin bu kanserlere yol açtığı düşünülmektedir. Herpes virüsünün Vinci tipi ağız-dil kanseri, herpes virüsünün 2'nci tipi ise rektum ve anüs kanserleri yapmaktadır.
AlDS'li hastalarda bu çeşitli kanserlerin oluşunu şu şekilde izah etme eğilimi vardır: Önce LAV/HTLV-III virüsü vücuda girip enfeksiyon yapar ve bağışıklığı yok eder. Bunun arkasından fırsatçı enfeksiyonlar (cytomegalovirüs, Epstein-Barr virüsü veya herpes simplex I ve II virüsleri) vücudu istilâ eder ve yukarıda gördüğümüz kanserleri bu virüsler oluşturur.
Eğer bu hipotez doğruysa, kanser ihtimalinin virüs enfeksiyonlarıyla paralel gitmesi beklenir. Gerçekten de öyle olmaktadır. AlDS'li hastalar arasında virüslerin en çok bulunduğu grup, homoseksüel erkekler grubudur, ve kanserler en çok bunlar arasında görülmektedir. Meselâ, homoseksüel ve biseksüel erkek AlDS'li hastalarda Kaposi sarkomu sıklığı yüzde 46 iken, heteroseksüel AlDS'lilerde bu sıklık yüzde 7 dolaylarındadır.
Aids Virüsü: Lav/Htlv-III
1982 yılı sonundaki bilgiler AİDS'in, cinsel yolla ya da kan trans-füzyonlarıyla geçen bir enfeksiyon hastalığı olduğunu gösteriyordu. Hemofiliklerde kullanılan kan fraksiyonlarının bakteri ve mantarları tutan süzgeçlerden geçirilerek hazırlandığı düşünülürse, enfeksiyon âmilinin filtrelerden geçebilen çok küçük canlılar yani virüsler olması gerekiyordu. O güne kadar bilinen virüslerin (cytomegalovirüs, Epstein-Barr virüsü, hepatit virüsü, herpes virüsü) böyle bir hastalık tablosu yaptıkları da bilinmediğine göre, yeni bir virüsün söz konusu olması gerekirdi.
O sıralarda iki Amerikalı araştırıcı Max Essex ve Robert Gallo, bilinen bir virüsün yani HTLV'nin (human T Leukemia Virüs) AİDS'in âmili olabileceğini düşündüler. HTLV, hayvanlarda kanser ve lösemi çeşitleri yapan retrovirüslerailesindendir ve aynı zamanda bağışıklık sistemi üzerine baskı yapabilir. HTLV-I diye bilinen bir virüs Japonya'da nadir bir T lösemisi yapmaktadır ve burada sonsuza kadar T hücresi çoğalması olmaktadır. Halbuki AlDS'li hastalarda T hücreleri azalmaktadır. Ayrıca, Japonya'daki T lösemili hastaların hiçbirinde AİDS'e benzeyen bir hastalık tablosu bildirilmemiştir.
Aynı günlerde Paris'te F'asteurtnstitüsü'nde bir "AİDS Araştırma Grubu" kurulmuştu ve onlar da hastalığın virüsünü arıyorlardı. 1982 yılının son aylarında bu grup (Başkan Luc Montagnier) AlDS'li bir hastanın lenf bezlerinden yeni bir virüsü elde edip ürettiler. Bunun için hastanın lenfositleri kültüre konuldu. İçine interlökin-2 ve anti-interferon ilave edildi. İnterlökin lenfositlerin çoğalmasını sağlarken, anti-interferon da virüslerin çoğalmasına yardımcı oluyordu.
1983 yılı Ocak ayında hücre kültüründe yeni bir virüs üretildi. Bu virüs bir retrovirüstü, çünkü kültür sıvısında ters transkriptaz (reverse trahscriptase)anzimi oluşmuştu;elektron mikroskobunda görünüşü HTLV'den farklıydı ve bu virüs yeni lenfositlere ilave edildikçe onların içinde çoğalıyor, fakat HTLV'nin aksine, bu lenfositleri çoğaltmıyordu. Ayrıca Gallo tarafından gönderilen HTLV antikorları yeni virüsün proteinleriyle reaksiyona girmediğine göre, bu da iki virüsün birbirinden farklı olduğunu gösteriyordu.
Bundan sonra, Pasteur grubu başka birçok AlDS'li hastadan da aynı virüsü elde ettiler. Elektron mikroskobunda hücrelerin (T lenfositlerinin) içinde ve dışında virüsler tespit edildi. Boyları 100-140 nanometre arasında olup; yuvarlak veya çomak şeklinde yoğun, merkezi ya da merkezdışı (eksantrik) çekirdekleri vardır
Bu virüsün, yardımcı T hücrelerine büyük bir ilgisi olduğu saptandı; proteinleri tayin edildi; hastalarda.bunlara karşı antikorlar da saptandı.
Fransız grubu buldukları virüse LAV (lymphadenopathy Associated Virüs) adını verdiler. Amerikalılar (Gallo ve arkadaşları) önce bunu kabul etmeyip HTLV virüsünde ısrar ettiler.
Fransızlar (Montagnier ve arkadaşları) bu virüsün HTLV türünden olmadığını iddia etmektedirler. Günümüzde AİDS virüsü LAV/HTLV-III sembolleriyle gösterilmektedir.
AİDS virüsü T lenfositlerinin "yardımcı" bölümündeki hücrelere özel bir ilgi gösterir. Bunun mekanizması, hücrenin yüzeyinde bulunan T4 molekülüne (reseptörüne) virüsün yapışıp, buradan içeri girmesidir. Virüsün ayrıca monosit denilen hücrelerle beyin hücrelerine de girerek, bunların içinde de çoğaldığı anlaşılmıştır. Virüs T» (yardımcı) lenfositlerinin bölünüp çoğalmalarını durdurmakta, onları biribirine yapıştırmakta ve böylece görev yapmalarını engellemektedir.
Virüste bulunan bütün proteinler antijeniktir yani hastaların kanında bunlara karşı antikorlar oluşmaktadır. Bu antikorlardan teşhis için yararlanmaktayız. Hastaların kanlarında bulunan antikorlar, maalesef virüsleri yok edici ya da durdurucu bir tepki göstermemektedirler.
Virüste genetik yapı yüksek oranda değişiklikler göstermekte ve bu yüzden virüs kendini antikorlardan ve bağışıklık sisteminden kurtarabilmektedir. Yine bu yüzden, AİDS'e karşı bir aşı şimdilik gerçekleştirilememektedir.
Virüsün fizik etkenlere karşı duyarlılığı
Zarflı virüslerin pek çoğu gibi LAV/HTLV-III ısıya karşı duyarlıdır. 56 derecede 30 dakika ısıtıldığında virüs bulaştirıcılığını kaybetmektedir. Liyofilize preparatların ısıyla temizlenmesi için daha uzun süre ısıtmak gerekmektedir.
Virüs, iyonizan ışınlara (X ışınları) ve ultraviyole ışınlara oldukça dirençlidir. 250 bin rad gamma ışınları yada 5000 J/m2 (dalga boyu 254 nm) ultraviyole ışınları virüsü kısmen inaktive edebilmektedir.
Kimyasal etkenler ve virüs
Eter ve aseton virüsü hemen öldürür. Alkol (etanol) yüzde 20 konsantrasyonda, sodyum hipoklorit yüzde 0.2, beta-propiolactone yüzde 25, sodyum hidroksit 40 mmol/litre ve glutaraldehid yüzde 1 konsantrasyonda virüsü yok edebilmektedir, insan plazmasından hepatit B aşısı hazırlanırken yapılan işlemlerin AİDS virüsünü yok ettiği tespit edilmiştir.
Görüldüğü gibi LAV/HTLV-III virüsü çok dayanıklı olmayan ve oldukça kolay inaktive edilebilen bir virüstür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder